Site blog'u
SENİN NİTELİKLERİN ÇOK YÜKSEK.
27 Eylül 2021
Pazartesi günü 14 :30 civarinda telefonum çaldı .Arayan
numara Ordu İşkur'dan bir danışmandı. Bir kaç ay öncesinde Vali
Beye iş talebinde bulunmuşsunuz o da sizi bize yönlendirdi
akşam 17:00a kadar işkur'a gelmelisiniz İşkur müdürümüz İSA
KAYNAK Bey sizinle görüşmek istiyor denildi .
Ben de uzun zamandır işsiz olduğum için binbir umut , hayal hevesle hazırlanıp 15:00 civarında İşkur binasına müdür Beyle görüşmeye gittim . Kendimi tanıttım ben Vali Beyin size yönlendirdiği kişiyim benimle görüşmek istemişsiniz o nedenle geldim dedim .
Bana buyrun sizi dinliyorum kendinizi anlatın dedi .Ben de iki üniversite mezunu olduğumu , öğretmen olduğumu fakat bölümümün kontenjan sıkıntısı nedeniyle atanamadığımı , özel okullarda iş bulabildiğim ölçüde mesleğimi yapmaya çalıştığımı ayrıca Adalet mezunu olduğumu ayrıca İş ve Meslek danışmanı belgem olduğunu ve ayrıca 12 civarında ekstra belgelerim olduğunu buna rağmen işsiz olduğumu belirttim .Bana neden çalıştığım yerlerden ayrıldığımı sordu bende 2 çocuk annesi olduğumu doğum dolayısıyla ayrılmak durumunda kaldığımı belirttim .
Müdür Bey yüzüme baktı ve bana şunları söyledi : İş ve meslek danışmanıymışsın İşkurun yapabileceklerini ,görevlerini sen de biliyorsun. Bildiğin gibi biz yalnızca bize gelen elemanları özel sektöre yönlendiriyor ve tanıştırıyoruz . Bir nevi aracılık yapıyoruz fakat senin durumun çok farklı NİTELİKLERİN ÇOK YÜKSEK.Ben sana hiç bir şekilde yardımcı olamam dedi.
Büyük bir şok ve hayal kırıklığı yaşadım ve müdür beye yaklaşık 40 yaşımda iki çocuk annesi olduğumu Ordu'da belki de benim gibi donanımlı birinin çok nadir olduğunu bu vakitten sonra tek isteğimin asgari ücret de olsa sabit masa başı bir iş olduğunu başka özel kurumlara beni yönlendirmesini rica ettim . Beş altı ay öncesinde Büyük Şehir Belediye başkanımız Sayın Hilmi Güler ile görüşme talep ettiğimi ,kendisine durumumu anlatıp bana bir büyüğüm olarak destek olmasını rica etmek istediğimi ancak bana dönüş yapılmadığını beni özel bir kurum olan Büyük Şehir Belediyesine yönlendirerek başkanımızla görüşmeme vesile olmasını rica ettim .
Ve Müdür bey beni katı ve kâti bir dille red etti ve bana türlü bahaneler sıraladı en bilindik olansa Belediyeler kamu kurumuymuş oralara Kpss puanıyla ve atama yoluyla işe alımlar olurmuş . Onun haricinde alımlar olmuyormuş .
( Sanırsın bizim memlekette herkes liyakat ile bir yerlere geldi)
Sanırsın masa başında çalışan herkes Kpss puanıyla belediyede işe girdi .)
Kendisinin başkanla görüşme temin etme gibi bir görevi bulunmuyormuş.......gibi bir dünya bahane sıraladı .Sanırsın Müdür Beyin kendisi de aynı iktidarın üyesi değil ve hiçbir şekilde iletişim kurmuyorlar ???......???Bana hiçbir şekilde yardımcı olamayacağını defalarca söyleyerek ve formaliteden beni İş ve meslek danışmanına yönlendirerek başından savdı.
Büyük bir hayal ve gönül kırıklığı ile kurumdan gözlerim dolu dolu ayrıldım ve yol boyunca kendi kendime düşündüm .Bu memlekette beşik ulamalığının adam kayırmanın , rüşvetin, torpilin kol gezdiğini liyakatın dikkate alınmayıp herkesin araya emmisini - dayısını sokarak işe girdiğini bir an içinde olsa unuttuğum ve olmayacağını bile bile oraya giderek beni birilerinin aşağılamasına izin verdiğim için kendime kızdım.
Ve o kırgın yüreğim ile dilime ve kalbime engel olamadım . Beddua ettim . beni ve benim gibi nicelerini aç ve açıkta koyan işsiz bırakan bu zihniyete ruzu mahşerde hakkım helâl değildir .
27 EYLÜL 2021 PAZARTESİ
NEBAHAT TORUN DAŞKIN
Eğer çalışan bir kadını seçiyorsanız , eve tam zamanlı bakamayacağını kabul etmelisiniz.
Size bakabilecek ve evi tamamen
yönetebilecek bir ev hanımı seçiyorsanız,
onun para kazanmadığını kabul etmelisiniz.
Eğer teslimiyetçi bir kadını
seçiyorsanız,
onun sana bağlı olduğunu kabul etmelisiniz.
Cesur bir kadını seçiyorsanız,
kendi görüşlerinde bağımsız olduğunu kabul
etmelisiniz.
Güzel bir kadın seçiyorsanız,
kıskançlığın kontrol altına alınması gerektiğini kabul
etmelisiniz.
Güçlü bir kadın seçiyorsanız, onun
sağlam
ve inatçı olduğunu kabul etmelisiniz.
Hiçbir kadın mükemmel
değildir.
Ve olmamalıdır...
Lakin her kadının kim olduğunu
belirleyen
ve onu özel kılan kendine ait kişiliği
ve değerleri vardır.
Kadınların tanımanın sırrı budur, bunu bilen bir ömür mutlu olur.❤️
21 yaşında bir genç kızdım onu ilk kez gördüğümde,
yüreğim bakışlarınla çırpındığında,
Onu her gördüğümde, heyecanlandığımda,
ellerim titrediğinde,
dizlerimin bağı çözüldüğünde.
21 yaşında bir genç kızdım birkez olsun yüzünü görmeyi,sesini duymayı dilediğimde.
20'li yaşlardaydım çapkın
bakışlarıyla beni süzen o adamı gördüğümde,
20'li yaşlardaydım mutsuz,arayış içinde ama ne istediğini bilmeyen o adamı gördüğümde.
20'li yaşlardaydım ilk kez kalp ağrısı çektiğim de,
Hem masumca sevip hem de nefret ettiğimde .
Seviyordum çünkü o çocuk kalbimle
O çapkın adamın kahve rengi gözlerini bana her kaldırışın da yüreğinin tâ içini görmüştüm.
Bazen de nefret ediyordum çünkü,
Kalbimi bir kuş yüreği gibi çırpındıran adam evli ve iki çocuk babasıydı.
Mutluydu veya mutsuzdu , sonuçta evliydi.
Benden ne istiyordu.?
Yaş itibariyle küçük ve cahil oluşumu fırsat bilip kötü niyet mi taşıyordu ,onu sevmemi mi istiyordu , ilgi mi görmek istiyordu , eviyle olan problemlerinde benle avunmak mı istiyordu......yoksa..............
Bazen kendimden bile nefret ediyordum.
Onu düşündüğüm için , görmek istediğim için , sesini duymak istediğim için;
Evli bir adamı sevdiğim için nefret
ediyordum kendimden...
Mutluydu veya mutsuzdu sonuçta evliydi,
O hayatı tecrübe ede ede ilerlemiş yaşça da benden epey büyüktü.
Bense hayata daha yeni başlamış , tecrübesiz cahil denecek yaşta genç bir kızdım.
Bu koşullarda nasıl olacaktı,
Kendimi yargılamaktan , kendimle mücadele etmekten çok yorulmuştum.
Gittmeliydim , kaçmalıydım,
Kaçışım ondan mı yoksa kendimden mi bilemesem de kaçmalıydım.
Görmemeliydim , duymamalıydım onu.
Yuvasında,çocuklarının yanında kalmalıydı SEVDİĞİM ADAM.
Yuva yıkan kadın olmamalıydım çünkü yuva yıkanın yuvası olmazdı ,uçuruma sürüklenen olmamalıydım .
Hep öyle görmüş öyle duymuştum büyüdüğüm çevremden.
Sevdiğim adamı yuvasında bırakmalıydım ardıma bile bakmadan çekip gitmeliydim.
Bana gel dese de, eşimden ayrılıyorum , ben seni seviyorum diyor olsa da
Benimle evlen diye yalvarsa da
Gerçekten eşinden ayrılacağını, gerçekten beni sevdiğini bilsem de
Gitmeliydim .
Hem de sonsuza kadar gitmeliydim.
Ben ondan gittim hem de sonsuza kadar gittim ama her nereye gittiysem onu hep yüreğimde götüreceğimi bilemeden .
Senelerdir bilmem kaçıncı gecenin sabah 04:30' unda yattım.... bilmem kaçıncı gecenin karanlığına yaktım lambamı... Herkes uyuyorken , evde sessizlik bile uyumuşken ben ders çalışıyordum .Çünkü kendime olan saygımdan , onca emeğime olan saygımdan , anne babama olan sonsuz saygı, sevgi ve mahçubiyetten dolayı; evlatlarıma olan sorumluğumdan , eşime olan sevgimden dolayı gece gündüz ders çalışmam gerekiyordu. Öğretmenlik , mesleğim benim, yaşam biçimim benim. Seviyorum mesleğimi, daima bir şeyler öğrenmeyi , öğretmeyi yaptığım işi en iyi biçimde yapmayı......
Belki birçoğu ders çalışmaya zoraki otururken ben yatakta geçirdiğim dakikaların kefareti varmış gibi kalkıyorumdum . Çünkü çok ağır sorumluluklarım var benim . Tüm olumsuz koşullara rağmen biliyorum her şeye göğüs gerip basarmalıyım .
Çocukluğumdan beridir ki kitaplara tutkunum , kitapların gücünü biliyorum , kitaplarım olmazsa hayatımda eksilirim ,küçülür ve yok olurum .
Benim, eşim ve kızımlarım için bu makus hayatı değiştirebilmeliydim. Çünkü kitaba sarılanı kitapların hiç yalnız bırakmadığını biliyorum .
Çünkü daha küçücük yaşımda kağıtla kalemin aşkına inanan ve imrenen bir çocuktum ben. etmek gerekiyor .Kitaba sarılan, hayata sarılır... Kitabı okuyan hayatı okur.. insanı okur.
Duamdır benim , rızkımın okuduğum kitaplardan nasip eylenmesi, rızkımın kitaplarla dolu bir dünyadan nasip eylenmesi.......
Birilerinin sen hâlâ atanamadın mı deyişi dahi artık incitmiyor beni , gülüp geçiyorum.Eş dost akraba konu komşu beni kim gördüyse diyor ki üzülme olmuyorsa vardır bir hayır , aç kalmadın ya , eşin çalışıyor ; eşinin parasını ye otur , gez toz rahatına bak.
Gülüp geçiyorum onlara sadece...Ben de bilirim nasihat ettikleri gibi oturup koca parası yemeği ama ben o karaktere sahip bir insan değilim ki , hele hele rahata ,kolaya hiç alışkın değilim.
Eş, dost ,akraba herkes sonuca bakıyor olsa da , herkes atandı bu zavallı her sene deli gibi Kpss çalışıyor ama yıllardır adam gibi bir puan alıp atanamadı diye düşünseler de ben biliyorum ki benim aldığım puanlarla millet çalışmak istediği okulu kendisi seçiyor. Biliyorum ki atanamamak benden kaynaklanan bir problem değil ;
Atanamıyor olmak tamamıyla benim suçum degil,
Biliyorum ki bir şeyler başarmak istiyorsanız önce sevmek ,istemek , çalışmak, sabretmek , mücadele etmek gerekiyor .Ben de sonuna kadar kazanmak için mücadele veriyorum .
Biliyorum ki Hükümetin uyguladığı yanlış eğitim politikalarinin kurbanı olan binlerce meslektaşlarından yanlızca biriyim ben.
Ben , her yıl yüksek puanlarla açıkta kalırken , düşük puanlarla atanan arkadaşlarımın peşinden bakan gözü yaşlı garibanben olsam da her halime binlerce şükrediyorum . Çünkü biliyorum ki mazlumun ahı geri de kalmaz ; er geç herkes yaşattığının bedelini ödeyecek.Ama bu dünyada ama öbür dünyada . Gün gelecek haklı alacağını alıcak , hak yerini bulacak.Benim de bu dünyada ki sınavım kendi adıma en çok istediğim öğretmenlik mesleğimi yapamamak olacakmış demek .Vardır herşey de bir hayır , belki de ben ahiretimde kazançlı çıkacağım kim bilir .Hamdolsun bu halimize
Hani yüreği evlat acısıyla yanan analarımız diyor ya vatan sağolsun.
İşte ben de yüreğim yana yana diyorum sağlık olsun , vatan sağolsun(.!)
40 bin kişilik Ögretmen alımının içinden bana 120 - 150 kişilik kontenjanlar ayıran MEB sağolsun.(!.)
Biliyorum ki hiç kimse bu dünyada bâki değil.
Şuan sınava hazırlanmıyorum .Yaşım 38 oldu .İki kız evlat getirdim bu zalim dünyaya .Bu zorlu süreçte aşırı derecede yoruldum , yıprandım belki de pes ettim ama her gün 06:00' da ayağa kalkan , gece gündüz demeden bizim için çalışan bir eşin hayat arkadaşı , hayatı inşaatlarda geçen , yazın sıcaktan ; kışın soğuktan bunalan bir babanın kızı olarak boynum daima bükük onlara karşı .
Sürekli olarak bir suçluluk duygusu yaşıyorum içimde. Birşey olana kadar acaba biri bana birşey diyecek de atanamamış olmamı yüzüme vuracak mı kaygısı taşıyorum içimde .Bazen bıkıyorum bu hayattan , bu candan ama sonra yavrularımın yüzüne bakıp derin bir nefes alıyorum ve hayata yeniden başlıyorum her defasında .Diyorum ki kendime : İnsan yavrularından ve onlara rızık kazanmaktan bıkar mı .?Başka yollarda var bu hayatta , sen de o yolları deneyecek ve yavrularına bakacaksın .
NEBAHAT TORUN DAŞKIN .
25 EKİM 2018
Biz de bir zamanların çocuğuyduk , biz de öğrenci olduk , belki çoğumuz kuş uçmayan kervan geçmeyen köylerde büyüdük , köy okullarında okuduk.
Biz öğrenciyken tüm kitaplarımızın ilk sayfasında Ulu Önder Atatürk'ümüzün resmi bulunurdu .Yani daha okul kapısından adımımızı atar atmaz devletimizin kurucusunu tanırdık , belki kendi doğum tarihimizi bile belmezdik ama atamızın doğum tarihini , soy kütüğünü adımız soyadımız gibi bilirdik.
Atanın fotografının altında 10 kıtalık İSTİKLÂL MARŞIMIZ yer alırdı .Daha ilkokul 1.sınıftayken en az iki kıtasını bilirdik.
Kitaplarımızın diğer sayfalarında GENÇLİĞE HİTABE'miz ve ANDIMIZ bulunurdu , büyüklerimizi sayıp küçüklerimizi sevmemiz gerektiğini daha o yaşlarda ögrenmiştik . Gençliğe Hitabeyi okurken tüylerimiz diken diken olur ; MUHTAÇ OLDUĞUMUZ KUDRETİN DAMARLARIMIZDAKİ ASİL KANDA MEVCUT OLDUGUNU bilirdik.
Kitaplarımızın diğer sayfalarında buram buram diğer devlet büyüklerimiz , kültürel ögelerimiz kokardı.
Çanakkale türküsünü,
10.yıl Marşımızı
Genç Osman Türküsünü,
Tuna Nehri Türküsünü,
Mehter Marşını,
Ve daha nicelerini henüz daha ilkokul 4.sınıftayken bilirdik.
Çok eski zamanlardan degil,1980li - 1990lı yılardan bahsediyorum.
Ya şimdi,
Bu saydıklarımın bir tanesini bile kitaplarda görebilmek bir mucize.Neymiş çocuklar oynamalıymış , neymiş çocuklar resimlerle ögrenmeliymiş, mış ,mış ...................
Sanki oyun oynamak yeni keşfedildi. Sanırsın biz hiç hayatımızda oyun oynamadık.
Şimdi ki çocukların oynadıklarına oyun mu denir onu bile sorgulamak gerekir bazen .
Oyunun alasını da biz oynadık.
Biz öyle boş boş okula gidip gelmezdik yani.
Nizamı , intizamı askere gidince ögrenmezdi erkek çocukları ya da evlenince ögrenmezdi kızlar.
Yani düzeni tertipi biz daha ilkokul 1.sınıfta arkadaşlarımızın omuzlarına kollarımızı uzatarak ögrenmiştik.
Bizim Uygun Adım Marşla başlayan ,sol ayakla başlayıp sağ ayakla devam ettigimiz,
Kıt A Dur İle biten komutlarımız vardı.
Ve biz bundan hiç rahatsız olmazdık, gelişimimiz olumsuz etkilenmezdi yani.
Yeri geldiginde dayak bile yemiştik de, böyle birbirimizi yememiştik.
Birbirimize düşmemiş , böyle paramparça edilmemiştik .
Öğretmenlerimizi gördügümüzde saygı ve sevgiyle kendimize çekidüzen verirdik.
Ya şimdi,
Öğretmen kim , öğrenci kim; büyük kim küçük kim.Ayırt edebilirseniz sizin olsun.
Biz imkanlarımız kısıtlı da olsa , küçücük bedenlerimizle okula km' lerce yürüyerek de gitsek . Boyumuzu aşan odunlarımızı her gün okula kendimizde taşısak,
Küçücük yaşımızla ısınacağımız odunu kendimiz kesip ; sobamızı kendimiz de yaksak ,dolu dolu çocuklardık.
Herşeyin kıymetini bilirdik,
Ana ,babamızın , büyüklerimizin ;Vatanımızın milletimizin ,Bayragımızın..........
Bizim milli bayramlarımız vardı hazırlıklarına 1ay önceden başladıgımız , doya doya kutlamak için sabırsızlandığımız...
Sokaklarımız bando sesleriyle inlerken rahatsız olmazdı insanlarımız , kaygılanmazdı birileri mesela.
29 Ekim Cumhuriyet bayramlarımızda tüm sokaklarımız Al Bayraklarla süslerinir , tüm yurt kutlamalarla şenlenirdi, büyük küçük herkes Atatürk'ten Cumhuriyetten konuşurduk.
10 Kasımlarımız vardı , atamız için daular ettiğimiz ,tüm yurtta yas ilan ettiğimiz, bayraklarımızı yarıya indiridiğimiz . Öyle şimdiki gibi ANITKABİR e sadece çelenk bırakmaktan ibaret görülmezdi bayramlarımız.
23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramlarımız sadece yurt dışından gelen çocuklarla yapılan konuşmalarla sınırlı kalmazdı,
Tüm yurt neşeyle dolardı yani.
Şimdi ki gibi duyarlı birkaç vatandaşımızın pencere ve balkonlarından astıkları bayraklarla ya da facebookta - istağramda vs paylaşılan resimlerle sınırlı kalmazdı bayramlarımız.
Şimdiki nesile bakınca insanın ALZAYMIR hastaları gibi geçmişle yaşayası geliyor.
Birde alzaymr için epey yaygınlaştı diyorlar ya , yaygınlaşmasın da daha ne olsun.
Ben de yeni nesil bir evlat annesiyim ve yeri geldiğinde kaygılanıyorum çocuğumu bekleyen Türkiye'den.
Kendi imkanlarımla geçmişine hakim gelecegine sağlam adımlarla yürüyecek bir evlat yetiştirmeye çalışıyorum.
Belki benim çocuğum kendi neslinden bir adım şanslı ama ya diğer çocuklar............
Yok hükümetin siyasetiymiş yok MEB sistemi diye diye ülkede eğitim sistemini ticarete döktüler , sağolsunlar eğitimi arap saçına çevirdiler.
MEB' e 5 günlük eğitim öğretim yetmedi eğitimi 7 güne yaydı .Hedeflenene ulaşabildiler mi.? Bence kesinlikle hayır.
Başarıya ulaşabilirler mi bence kesinlikle hayır...........
Adım gibi eminim ki haftanın günleri 8 olsa ve eğitimi 8 güne de yaysalar şekil A' daki gibi hiçbir işe yaramayacak .Çünkü ok yaydan çıktı birkere .
Sonra da yeri geldi oturup eleştirmiyorlar mı ülke nereye gidiyor diye çıldırmamak içten bile değil.
Geçmişini -özünü bilmeyen, kendine yabancılaştırılmış ,kimlik karmaşası yaşayan ; Doğuya mı yoksa Batıya mı ait oldugunu bilmeyen bir nesilden ne bekliyordunuz ki.
Eğitim sistemimiz battı batıcak. Şimdi dönünde eserinizle gurur duyun başka ne denir size...........
NEBAHAT TORUN DAŞKIN.
29 EKİM 2015
VERGİ NEDİR?
İnsanların, toplumların ve devletlerin rahat ve huzur ortamında yaşayabilmesi için kamusal düzene ihtiyaç duyulur. İhtiyaç duyulan bu düzen elbette ki devlet tarafından karşılanır. Devletin bu düzeni kurmak için ihtiyaç duyacağı temel dinamikler kanunlar ve kanunlarla düzenlenmiş vergisel yükümlülüklerdir. Eğer bir ülke doğal kaynaklarla zengin monarşi değilse kamu düzeninin sağlanmasında ana kaynak vergi olacaktır. Devlet hüküm sürecek kamu düzeni ve kamu yatırımı yapacaksa vergi var olmak zorundadır.
Hepimiz verginin genel olarak anlamını biliriz. Vergi; devletin kamu ihtiyaçlarını karşılamak için her vatandaşından talep ettiği şeklinde.
Vergi; devletin kişilerden ve kurumlardan kanunla belirlenen oran ve şekillerde kamu ihtiyacını karşılamak için aldığı paradır. Vergi devletin diğer kamu kurumları ve devletin kamu hizmetlerinin karşılanması için zorunlu olarak alınan paradır. Fakat zorunlu olması herkesten aynı oran ve miktarda vergi alınması durumunu oluşturmaz. Kanunlarla belirlenen oranlarla kişilerin ekonomik gücüne elde ettiği gelirine göre farklı oranlarda ödeme yükümlülüğü vardır. Kısaca vergi devletin vereceği kamu hizmeti için vatandaşın zorunlu ödemesi gereken para iken ödeyeceği miktar ve oranlar kanunlarla ödeme gücüne göre belirlenir.
Vergi ödemenin zorunluluğundan bahsederken elbette ki kişinin üzerinden vergi ödeyeceği iktisadi bir kıymete sahip olması gerekir. Örneğin taşıtı olmayan bir kişi veya kurumdan Motorlu Taşıtlar Vergisi talep edilmez Taşıtı bulunan kişi veya kurumdan ise arabanın ekonomik değerine göre belirlenen oranlarda vergi talep edilecektir. Yine vergi oranlarına bir örnek verecek olursak taşıtı 2021 model olan bir kişiden alınacak vergi miktarı ile 2010 veya daha aşağısı modele sahip kişilerden farklı oranlarda vergi talep edilir.
Verginin özellikleri nelerdir?
Vergi cebri uygulamadır
Vergi kamu hizmetlerinin karşılanması maksadıyla cebri alınan paradır. Vergi ödevlerinin yerine getirilmemesi halinde kamu idaresi zora başvurur.
Vergi kanuna dayanılarak alınır
Vergi yükümlülüğünde keyfiyet söz konusu olmayıp kanunlarla düzenlenen uygulamalar ile alınır. Vergilerin en önemli özelliği yasalar ile konulur ve kaldırılır.
Kamu harcamalarına karşılık alınır.
Vergi uygulamasının ana nedeni kamu yatırımlarının ve harcamalarının karşılanmasıdır. Devletin temel finans kaynağını oluşturur.
Ödeme gücüne göre alınır.
Verginin ödeme gücüne göre yapılması Anayasamızda düzenlenmiştir. Tüm vergilerde özellikle dolaylı vergilerde uygulanmamakla beraber vergi kişi ve kurumların ödeme gücüne göre alınır.
Kişisel karşılığı yoktur.
Kişiler veya kurumlar ödedikleri vergi karşılığında doğrudan karşılık almazlar. Kişi vergisini öder, bu vergiler kamu harcamaları için kullanılır. Kişinin kamu harcamalarından elde ettiği fayda ile ödediği vergi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaz. Örneğin aynı faaliyette bulunan ve aynı oranda vergi ödeyen iki kişinin aynı oranda kamu hizmetinden yararlanma durumları olma. Dolayısı ile vergiler doğrudan bir hizmetin karşılığı değildir.
Vergi parasal değerle alınır.
Vergilerin para ile ödenmesi gerekir. Vergi bir mal veya hizmet ile değil doğrudan para ile tahsili söz konusudur.
Savaş Sonrasında Esir Psikolojisi...
Evin pençeleri olmamasına ve
yatağın üstünde taşlar olmasına rağmen adam camın önününe gelen
kepenkten dışarıya bakmaya çalışıyor . Aslında bu tablo bizlere
ölüme ne kadar hazır olduğunu gösteriyor . Camdan bakıp , pipo
içerken ki sakin tavrı bizlere düşmanları ( onu öldürmeye gelecek
olan askerleri ) beklediğini gösteriyor . Ve de açıkça odanın
aldığı şekilden görüyoruz ki ( adamın önünde dolap var . Yatağın
kenarında kitaplar üst üste her an yere düşecek gibi , yatağın
önünde bir mukkava duruyor . Odadaki sandalye ters şekilde
durmakta) oda yerle bir edilmiş ama adam ev kıyafetleri ,
terliği ve piposuyla üstü taşlarla kaplı olan yatağın kenarına
yatağın örtüsünü çekerek oturmuş . Aslında bu ortam adamın savaş
sonrası yaşadığı travma ve trajedi karmaşının onu ne kadar
etkilediğini bizlere gösteriyor. Fotoğraftaki en önemli
detaylardan bir başkası ise Sandalye , adamın oturduğu yere
ters bir şekilde duruyor . Ama her an normal bir şekilde
düzelecekmiş gibide bir hali var . Fotoğrafa detaylı
baktığımızda açık bir şekilde görebiliyoruz ki sandalye adamın
ailesini temsil ediyor . O evden belki zorla giden , belk
öldürülen ailesi ve o adam da onların geri dönmesini o evde
bekliyor.
Günümüz trendlerinden biri olan sosyal medya bulunmuş en
iyi fikirlerden mi yoksa tam bir baş belası mı? Tartışılır.
Teknolojinin gelişmesi internetin varlığını bize hiç
unutturmamasına vesile olmuştur. Çünkü teknoloji ilerledikçe
sadece bilgisayarlarımızda bulunan internet bugün akıllı cep
telefonları ile her an yanımızda. Hal böyleyken
sosyalleşmek,haberleşmek v.s. hepsi sosyal medya üzerinden
gerçekleşmeye başladı.
Bu sayede yüz binler hatta milyonlar aynı anda dünyanın herhangi bir yerindeki olaydan haberdar olmakla birlikte konuyla ilgili yorum bile yapabiliyor. Bu açıdan bakıldığında muazzam bir buluş olarak gözüküyor. Fakat sosyal medyanın diğer yüzü siber zorbalıkla bizi karşı karşıya bırakıyor.
Normal şartlarda yüz yüze geldiğinizde insanlara kibar davranırız, adab-ı muaşeret kuralları gereği,velevki söz konusu sosyal medya olunca bir anca içimizden canavar çıkıyor. Karşı tarafı ne kadar yaralayacağımızı düşünmeden adeta tüm dünyaya olan öfkemizi kusar gibi insanları yerden yere vuruyoruz. Hal böyle olunca sosyal medya bir nevi şeytan taşlama duvarına dönüyor.
Bence bu durum sosyal medyayı uzmanların toplumların sosyal psikolojilerini inceleyebilmelerini sağlayacak harika bir araç haline de getiriyor. Bir örnekle vermek gerekirse; trafik kazalarını ele alalım. Kaldırımda yürürken yolun karşısında bir kazanın meydana geldiğini görüyoruz. İlk yaptığımız cep telefonumuza sarılmak oluyor. Bu aslında iyi bir şey ama 112 ‘yi yada 155’ arayacaksak. Eskiden ilk yaptığımız bu olurdu artık önce sosyal medya için afili bir selfi çekip daha sonra belki yetkilileri aramak oluyor. Çünkü artık olay yerinden canlı bildirmek sadece muhabirlerin işi olmaktan çıktı. Bu insanların görünür olmak istemelerinden kaynaklanıyor olabilir ya da hiç tanımadığı birinin paylaşımına yapmış olduğu iç karatıcı ve insanı hayattan soğutacak kadar acımasız yorumları bu da belki çok yalnız ve mutsuz oluşlarındandır. Bu tespitlerin hepsini uzmanlarına bırakmakla beraber onlardan bir çalışma da beklemiyor değilim. İnsanlar çıldırdı!
Aslında sosyal medyanın insanlara sağladığı bir güzellik daha var. Ticaret evet kesinlikle ticaret çünkü artık insanlar bir mağaza açmak yerine hesap açılıyorlar. Bu daha kolay ,bir sosyal medya hesabı açarak yıllardır cesaret edemediğiniz ticaret hayatına giriş yapmış oluyorsunuz. Bence bu yolla da düşündüğünüzden çok daha fazla hedef kitleye ulaşıyor ve cironuzu arttırabiliyorsunuz. Müşteri size gelmiyor siz onların bilgisayarlarına, cep telefonlarına gidiyorsunuz. Sistem daha da ileri gitti zira artık nerdeyse markete ,kasaba, manava bile gitmez olduk. Onların da sosyal medya hesapları var ve bir tıkla tüm isteklerimiz ayağımıza kadar geliyor. Gerçi bu durum da bizi sanki tembelliği doğru itiyor gibi ama bunu da uzmanlara bırakıyorum.
Gelgelelim ki sosyal medyanın hem iyi hem de köyü tarafları var ama tek suçlunun o olduğunu söyleyip tüm sorumluluğu sosyal medyaya yüklemek haksızlık olur. Çünkü gerçek olan onun bir amaç değil bir araç olduğudur ve onu nasıl , ne şekilde kullanacağımız tamamen bize kalmış. Sosyal medyayı doğru kullanmayı seçtiğinizde dünyayı değiştirebilecek güce sahip olabiliriz. Mesela saniyeler içersinde çığ gibi büyüyen yardım kampanyaları gördük. Bir yürek olduğumuz fikir birliktelikleri yaşadık . Sosyal medyanın bu gücünü anlamak ve bu amaçta kullanmaktır asıl olan. İyilik kelebek etkisi gibi yayılır demişler boşuna dememişler. İçimizdeki insanlığı, vicdanı,duyarlılığı kaybetmeden içersinde var olmayı başarabilirsek sosyal medyanın şimdiye kadar bulunmuş en iyi fikirlerden biri olduğuna inanıyorum.
Sinema farklı disiplinleri ortak çatısı altında buluşturarak nesillerdir insanları keşfetmenin gizemiyle tanıştırıyor. Filmleri var kılan bu temel disiplinler arasında mimarlığın yeri tartışılmaz. Mevcut kent yapılarıyla örtülü filmlerde yaşam düzenimizden izler bulurken geleceği öngören mimari formların oluşturduğu yapımlarla da sonraki yüzyılların görünümünü hayal etmeye çalışıyoruz. Özünde her film mekan ve insan ilişkilerinin seyirciye aktarımından oluşuyor. Sinemaya mimari perspektiften bakmak ise bir başlangıç.
Mimarlık bilindiği üzere en eski
mesleklerden bir tanesi ve çalışma ağı kişinin hayal
gücü kadar geniş.
Sinemanın insanı geliştiren evrensel gücü mimarlar için
güncel bir ilham kaynağı. Size rehberlik edecek
olan başlıca yönetmeni belirlemek ise size
kalıyor. Yönetmenin ele
aldığı sosyolojik konular, oluşturulan mimari evren, set
dekorasyonunun parçaları, renk paleti seçimleri ve birçok
katman oluşturulan filmlerde saklı.
David Lynch: Farklı Bir Bakış Açısı
Hakkında en çok akademik tezin yazıldığı yönetmen David Lynch. Filmlerindeki sahneler anlaşılması kolay olmayan sorgulayıcı formu ile Francis Bacon tablolarını anımsatıyor. Sinemaya resim yaparak başlayan Lynch, resimlerindeki bilinçaltını filmleri ile ekrana dökerken anlamlandırılmasını seyircinin hayal gücüne bırakıyor. İsmi duyulduğunda akla gelen ilk görüntü ise Twin Peaks dizisinde yer alan kırmızı oda. Karamsar atmosferiyle filmleri sonrasında içgüdüsel olarak ne anlatıldığını anlamaya dair okumalar yapmaya hazır olun.
- Eraserhead
- The Elephant Man
- Blue Velvet
- Twin Peaks
- Mulholland Dr.
Wes Anderson: Renklerin Oluşumu
Hikayelerini oluşturduğu renk paletiyle anlatan Wes Anderson bizim için pozitif bir evren yaratıyor. Güncel hayatın monotonluğundan filmlerini izleyerek uzaklaşabilirsiniz. Arkasında bıraktığı canlı renkler mimaride kullanılan bir ilhama dönüşmüş durumda. Hayatınızda karşılaştığınız renklere aynı Wes Anderson filmlerinden çıkmış gibi diyebilirsiniz!
- The Royal Tenenbaums
- The Darjeeling Limited
- Moonrise Kingdom
- The Grand Budapest Hotel
- The French Dispatch
Christopher Nolan: Mimaride Üç Boyut
Bilim kurgunun takip edilen başlıca yönetmenlerinden olan Christopher Nolan, özellikle Inception filmiyle mimarinin kırılabilen üçüncü boyutunu bize gösteriyor. Rüyaların tasarımı kavramında da mimariyi bulduğumuzu söyleyebiliriz. Aynı senaryolarındaki çizgi gibi sade ve modern mimari filmlerini betimliyor.
- The Prestige
- The Dark Knight
- Inception
- Interstellar
- Tenet
Pedro Almodóvar: İç Mekanda Kırmızı
Kırmızı renginin temsilcisi Pedro Almodóvar, İspanyol kültürünü güçlü kadın karakterler ile anlatıyor. Madrid başta olmak üzere İspanyol şehirlerini bir de onun bakış açısından ziyaret edin. Filmleri iç mekan ve kırmızının kullanımıyla özellikle dekorasyon tercihleri ve konut tasarımına yön veriyor. Kırmızıdan korkmayın!
- Mujeres al Borde de un Ataque de "Nervios"
- Todo Sobre mi Madre
- Hable con Ella
- La piel que Habito
- Dolor y Gloria
Paolo Sorrentino: Sanat Tarihi
İtalya’nın tarihi, sanatsal zenginliğini filmlerine taşıyan Paolo Sorrentino bu geçişi günümüz yaşantısı ile birleştiriyor. Özellikle Oscar kazandığı filmi La Grande Bellezza ile Roma’yı tekrar keşfedebilirsiniz. The Young Pope dizisinde ise bolca Vatican’a, Sistina Şapeline ve sanat eserlerine göz gezdiriyor oluyoruz.
- Il Divo
- La Grande Bellezza
- Youth
- The Young Pope
- The New Pope
Mimarların Takip Etmesi Gereken 5 Yönetmen Kimlerdir?
Listemizde yer verdiğimiz yönetmenler: David Lynch, Wes Anderson, Christopher Nolan, Pedro Almodóvar ve Paolo Sorrentino. Listede yer alan yönetmenler kariyerlerini güncel olarak devam ettiren ve filmleri mimari olarak da ele alınan yönetmenlerdir.
Mimar Kimdir?
Yapıları fizik kuralları ve estetik kaygı çerçevesinde tasarlayan, yapım sürecini denetleyen eğitimli kişilerdir.